Evet, yanlış okumadınız. Biliyorum, Breaking Bad’i dünyanın en iyi dizisi ilan eden milyonlarca insan var. IMDb puanı göklere çıkmış, kült yapımlar arasında anılıyor. Ancak bana göre ortada biraz da şişirilmiş bir balon var.
Öncelikle kabul edelim: Dizi, karakter gelişimi konusunda çıtayı oldukça yukarı taşıyor. Görsel dili, çekim kalitesi, oyunculuklar… Bunların hakkını teslim etmemek haksızlık olur. Fakat tüm bu artılara rağmen, diziye “efsane” denilecek kadar hayranlıkla yaklaşmak bana göre fazla.
Neden mi?
Birincisi, bölümler çoğunlukla öyle anlarda kesiliyor ki, insan “Aman yarın bakarım” diyerek kalkabiliyor ekranın başından. Merak duygusunu körükleyen bir sürükleyicilikten söz etmek zor. İkincisi, aksiyon oranı oldukça düşük. Bazı bölümlerde uykunuz gelirse şaşırmayın. Üçüncüsü ise dönüm noktası olan iki sahne —Heisenberg’in yakalanışı ve Gus Fring’in sonu— bana göre izleyiciye dayatılmış, yapay dramatik zirveler.
Peki dizi kötü mü? Elbette değil. Hatta seyir zevki de veriyor. Ama izlerken beklentinizi fazla yüksek tutmamanız gerekiyor. Eğer “dünyanın en iyi dizisi” klişesinin etkisiyle ekrana oturursanız, muhtemelen “Eee, bu muydu?” diye homurdanarak kalkabilirsiniz.
Konuya gelirsek: Orta yaşlı, sıradan bir kimya öğretmeninin kansere yakalandığını öğrenip ailesine maddi güvence bırakmak için uyuşturucu işine girmesi… Bu fikir, başlı başına merak uyandırıcı. İnsan psikolojisini, sıradan birinin şeytana dönüşümünü görmek gerçekten ilgi çekici. Ancak bu güçlü fikir, senaryoya her zaman aynı oranda yansıtılamamış.
Karakterlere bakacak olursak; Hank haricinde her biri sıradan, düz çizilmiş insanlar. Fakat işin güzelliği de burada: Her karakterden hem nefret edebiliyor hem de empati kurabiliyorsunuz. Bu açıdan Breaking Bad, insan doğasının gri alanlarını yansıtmakta oldukça başarılı.
Sonuç olarak: Ben şahsen diziden büyük bir doyum alamadım. Yine de kült bir yapım olduğu için izlenmeli, ancak göklere çıkarılan övgülere kapılıp beklentiye girmemeli. Yoksa ekran başında hayal kırıklığı yaşamanız olası.
