Richard Bach’ın Martı Jonathan Livingston kitabını okumadan önce, onu yıllardır duyup da bir türlü fırsat bulamadığınız o meşhur kitaplardan biri sanıyorsunuz.
Okuyunca fark ediyorsunuz ki aslında kitap değil, bir ayna: uçmak isteyen martının ardında insanın kendi sınırlarını sorgulaması yatıyor.
Jonathan'ın hikâyesi, toplumun “böyle gelmiş, böyle gider” düzenine sessizce isyan eden her insanın öyküsü gibi. O, balık artıklarıyla yetinmek yerine rüzgârın sırrını çözmeye çalışan bir martı. Ama ne yazık ki dünyada hep aynı döngü yaşanıyor: bir fikir doğuyor, büyüyor, sonra insanlar o fikri yaşamak yerine onu anlatan kişiye tapınmaya başlıyor.
Kitabın sonunda ben de aynı duyguyu yaşadım; sanki bir noktada özgür düşünceyle başlayıp dine dönüşen bir döngüye tanık oldum. Belki de yazar tam olarak bunu göstermek istedi: özgürlük bile fazla kutsandığında zincire dönüşebilir.
Martı Jonathan Livingston, küçük bir kitap ama arkasında büyük bir soru bırakıyor:
“Gerçekten uçuyor muyuz, yoksa sadece birilerinin izinden mi gidiyoruz?”
