Günümüz İslam dünyasına yönelik sosyolojik, ekonomik ve kültürel gözlemler; pek çok Müslüman toplumun ciddi bir kırılganlık yaşadığını ortaya koymaktadır.
Bu kırılganlık, yalnızca maddi yoksunluk veya siyasi istikrarsızlıkla sınırlı olmayıp; özgüven erozyonu, eğitimde nitelik kaybı, toplumsal çözülme ve ahlâkî tutarlılığın zayıflaması gibi çok boyutlu bir krizi de içermektedir. Ümmetin geniş kesimlerinin korku, fakirlik, cehalet ve toplumsal sefalete maruz kalması, modern dönemde İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu yapısal sorunların görünür bir yansımasıdır.
Bu bağlamda Bediüzzaman Said Nursî’nin “Ya yeni hâl, ya izmihlal” şeklindeki meşhur uyarısı, yalnızca bireysel ahlâkî sorumluluğa değil, aynı zamanda kolektif dönüşüm ihtiyacına işaret eden güçlü bir kavramsal çerçeve sunmaktadır. Burada “yeni hâl”, İslam’ın asli değerlerine yeniden yönelmeyi, ilim ve hikmet eksenli bir toplumsal inşayı, üretkenliği ve ümmet bilincini tahkim etmeyi ifade ederken; “izmihlal” ise bu dönüşüm ihtiyacının ertelenmesi hâlinde yaşanacak erozyonun ve tarihsel gerilemenin sembolik karşılığıdır.
Bununla birlikte, İslam düşüncesinin temel kabullerinden biri olarak ilâhî korumanın sürekliliği, Müslüman toplumlara umut vadeden epistemolojik bir zemindir.
Kur’ân ve Sünnet perspektifinden bakıldığında, Allah’ın dini sahipsiz bırakmayacağına dair inanç; tarihsel süreçte ümmetin birçok kriz anından güçlenerek çıkmasının da temel motivasyonlarından biri olmuştur. Bu durum, kaderci bir teslimiyeti değil; sorumluluk bilinciyle kuşatılmış bir çabanın ilâhî destekle buluşacağına olan güveni ifade eder.
Dolayısıyla içinde bulunduğumuz tablo, hem bir uyarı hem de bir imkân niteliği taşımaktadır. İslam dünyasında eğitim politikalarının ıslahı, ekonomik bağımsızlığın güçlendirilmesi, toplumsal adaletin tesis edilmesi, ilim ve düşünce üretiminin teşviki, değerler sisteminin kurumsallaştırılması gibi başlıklarda esaslı bir dönüşüm ihtiyacı açıktır. Bu dönüşümün başarıya ulaşabilmesi ise ancak bireysel gayret ile kurumsal çabanın eş zamanlı yürütülmesiyle mümkündür.
Sonuç itibarıyla, İslam ümmetinin güncel durumu, tarihsel bir kader değil; müdahaleye açık bir toplumsal süreçtir. Ümmetin yeniden izzet ve şeref sahibi bir konuma ulaşması, ilâhî vaade güvenmekle birlikte, bu vaade layık olmak için ilmî, ahlâkî ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. Yakın gelecekteki iyileşme ve toparlanma, ancak bu çok boyutlu farkındalık ve çabanın kurumsallaştırılmasıyla mümkün olacaktır.
Bilge komutan Aliya İzzetbegoviç’in şu sözüyle bugünkü arzuhalimizi sonlandıralım: “İslam korkakların değil, cesur ve atılgan Müslümanların omuzlarında yükselecektir.”
Nice kutlu yarınlara…
