Ortadoğu coğrafyası, bin yılı aşkın süredir dış müdahalelere açık bir bölge olarak; din savaşlarının, sömürgeci politikaların ve emperyal projelerin odak noktası olmuştur. Bu müdahalelerin başlangıcı çoğunlukla Haçlı Seferleri ile ilişkilendirilse de, aslında mesele; medeniyetler arası güç mücadelesi ve enerji kaynakları üzerindeki hakimiyet savaşıyla doğrudan ilgilidir. Bu yazıda, Haçlı Seferlerinden İsrail’in kuruluşuna, günümüzdeki İran-İsrail gerilimine kadar uzanan süreci çok yönlü bir bakış açısıyla değerlendireceğiz.
HAÇLI SEFERLERİ: DİN Mİ, SÖMÜRÜ MÜ?
Haçlı Seferleri, Batı Avrupa'nın 11. yüzyılda Kudüs'ü Müslümanlardan geri almak için başlattığı bir dizi sefer olarak bilinir. Ancak bu seferlerin ardında yalnızca dini saikler yoktu. Avrupa’daki feodal beyler; toprak, ganimet ve Doğu’nun zenginliklerine ulaşma arzusuyla bu çağrıya cevap verdiler. Papa II. Urban’ın “Kudüs’ü kurtarma” çağrısının arkasında ise, Avrupa’da siyasi birlik sağlama ve Katolik Kilisesi'nin otoritesini pekiştirme amacı yatmaktaydı.
Sonuç olarak, Haçlı Seferleri; doğu ticaret yollarının kontrolü, İslam dünyasının zayıflatılması ve Batı'nın doğuya yayılması adına atılmış ilk büyük adımlardı.
İSRAİL’İN KURULUŞU: VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR MI, YOKSA ASKERİ ÜS MÜ?
Tarihte hep azınlık olarak yaşamış, devletleşememiş bir topluluk olan Yahudiler, uzun süre zulüm gören, mazlum bir millet olarak anıldılar. Ancak 1948’de kurulan İsrail devleti, dünyanın dört bir yanından toplanan Yahudilerle bir “Yahudi yurdu” olmanın ötesine geçti. Kimilerine göre bu devletin kuruluşu, ABD’nin Ortadoğu’da bir karakol kurma hayalinin somutlaşmasıdır.
İsrail’in kuruluşunu iki ana eksende değerlendirmek mümkündür:
1. Yahudi Devleti Perspektifi
İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan Holokost felaketi, Batı kamuoyunda bir “vicdan borcu” doğurdu. İsrail, dini referanslara dayalı olarak “vadedilmiş topraklar” anlayışıyla kurulurken, Batı için aynı zamanda bir kefaret projesiydi.
2. Jeopolitik Strateji Perspektifi
Bu perspektife göre İsrail, Batı’nın Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak kuruldu. ABD, İngiltere ve Fransa’nın aktif desteğiyle oluşturulan bu yapı:
Sovyet etkisini sınırlamak,Arap milliyetçiliğini dizginlemek,Enerji yollarını denetim altına almak
amacıyla jeopolitik bir araç haline getirildi. Dolayısıyla, İsrail’in doğuşu; bir halkın kaderinden çok, küresel güçlerin Orta Doğu’ya yerleşme stratejisinin parçasıydı.
ABD VE İSRAİL: KARDEŞ DEVLET Mİ, ÇIKAR ORTAKLIĞI MI?
ABD'nin İsrail’e yaptığı yıllık ortalama 4 milyar doları aşan askeri ve mali destek, iki ülke arasında basit bir müttefiklik ilişkisinden fazlasını ortaya koymaktadır. Bu bağ, stratejik bir bağımlılık düzeyindedir. ABD, İsrail aracılığıyla bölgede:
İran’ın nükleer faaliyetlerini engellemeye,Lübnan’daki Hizbullah’ı dengelemeye,Suriye ve Irak gibi ülkelerde etkisini artırmaya
çalışmaktadır. İran-İsrail gerilimi, sadece mezhepsel ya da ideolojik bir mesele değil; aynı zamanda vekalet savaşları üzerinden yürütülen bir güç mücadelesidir.
SORU ŞU: KİME NE FAYDA?
Ortadoğu’daki çatışmalardan en fazla zarar görenler bölge halkları olurken, kazananlar her zaman aynıdır: Silah üreticileri, enerji şirketleri ve küresel güç odakları. Kimse yüksek sesle söylemese de gerçek şudur:
“Ortadoğu’da barış sağlanırsa, silah satışları düşer, petrol fiyatları kontrol dışına çıkar ve küresel denge sarsılır.”
Bu nedenle:İsrail sürekli bir güvenlik tehdidi altında tutulur,İran sürekli "şeytanlaştırılır",
Filistin halkı ise “terör” yaftasıyla bastırılır.Barış ise ancak kontrollü bir çatışma ortamında tartışmaya açılır.
KİMSE GÖRMEK İSTEMİYOR AMA GERÇEKLER ORTADA
Üçüncü bir gözle bakıldığında tablo nettir:
Haçlı Seferleri, Batı'nın Doğu üzerindeki tahakkümünün ilk adımıydı.İsrail, modern çağın politik bir Haçlı karakoludur.
Bu savaşlar sadece din ya da toprak için değil, büyük çıkarların ve stratejik hesapların gölgesinde yürütülmektedir. Gerçekler açık olsa da, konuşan az; görmek isteyen daha da az.Saygılarımla,