Türk milletinin binlerce yıllık tarihinden süzülüp gelen “Eline, Beline, Diline Sahip Olmak” öğüdü, sadece bir atasözü ya da dini nasihat değildir. Bu söz, Orta Asya bozkırlarında şekillenen Türk töresinin özüdür.
Yunus Emre gibi Anadolu erenleri bu sözü manevi bir boyuta taşımış olsa da, kökeni çok daha eskilere, Türk’ün devlet kurma, millet olma ve töreye bağlı yaşama bilincine dayanır.
Bu üç kelime — el, bel ve dil — Türk’ün üç temel varlık direğini simgeler: milleti, nesli ve kültürü.
Bir milletin varlığını sürdürebilmesi, ancak bu üç değerin korunmasıyla mümkündür.
ELİNE SAHİP OLMAK
Orta Asya’da “eline sahip olmak”, “eline”, yani halkına, yurduna, milletine sahip çıkmak anlamında kullanılmıştır.
Türk töresinde “el” kavramı, yalnızca insanın eli değil, ulusun tamamı demektir.
“Eline sahip olan” kişi; halkını koruyan, yurduna sahip çıkan, milletinin birliğini bozmayan kişidir.
Tarihte Türk boylarının ayakta kalmasının sırrı, işte bu birlik anlayışında gizlidir.
Göktürkler’den Selçuklular’a, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan çizgide bu sözün ruhu hep yaşamıştır.
Eline sahip çıkmak, devletine sadakatle bağlı olmak, gerektiğinde onu savunmak, toplumu bir arada tutmak anlamına gelir.
Bugün bu anlayış, “vatan sevgisi” olarak karşılık bulur.
Çünkü milletine sahip çıkmayan toplumlar, zamanla kimliklerini kaybeder.
Eline sahip çıkmak, var olmanın ilk şartıdır.
BELİNE SAHİP OLMAK
“Beline sahip olmak” ifadesi, Türk töresinde soyunu, neslini, aileni korumak ve sürdürmek anlamını taşır.
Beline sahip çıkan insan; neslin devamı, toplumun geleceği için sorumluluk bilinciyle hareket eder.
Türk kültüründe aile kutsaldır. “Ocak” kavramı, sadece bir ev değil, atalardan miras kalan bir soy zinciridir.
Bu yüzden “ocak tüttürmek”, bir milletin varlığını sürdürmesi demektir.
Çocuk yetiştirmek, sadece biyolojik bir devamlılık değil, aynı zamanda töreyi, dili, inancı ve kültürü gelecek nesillere aktarmaktır.
Beline sahip olmak, ahlaki bir anlam taşımakla birlikte, milletin devamlılığına hizmet eden bir görevdir.
Türk, tarih boyunca soyunu koruyarak, yeni nesillere kimliğini aktardığı için var olmuştur.
Bu nedenle “bel” sadece bedensel değil, toplumsal bir semboldür.
DİLİNE SAHİP OLMAK
Türk’ün en büyük hazinesi, dilidir.
“Diline sahip olmak”, dilini, kültürünü, töresini ve inancını korumak anlamına gelir.
Bir milletin dili, onun hafızasıdır; tarihinin, değerlerinin ve ruhunun taşıyıcısıdır.
Orhun Yazıtları’nda Bilge Kağan’ın dediği gibi:
“Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, Türk milleti, ilini töreni kim bozabilir?”
Bu satırlarda “il” ve “töre” kadar “dil” de önemlidir; çünkü dilini kaybeden millet, töresini ve kimliğini de kaybeder.
Diline sahip çıkmak; anlamını, atasözlerini, destanlarını, türkülerini korumak, kısacası kültürel sürekliliği sağlamak demektir.
Bugün bile Türk dünyasının bir ucundan diğerine uzanan ortak kelimeler, bu sahiplenmenin canlı kanıtıdır.
SON SÖZ
“Eline, beline, diline sahip olmak” sözü; Türk’ün varoluş felsefesini üç kelimeyle özetleyen en güçlü ifadedir.
Eline sahip çıkmak, milletine sahip olmaktır.
Beline sahip çıkmak, nesline sahip olmaktır.
Diline sahip çıkmak, kültürüne sahip olmaktır.
Orta Asya’dan günümüze uzanan bu öğüt, sadece geçmişin değil, geleceğin de rehberidir.
Bir millet, eline sahip çıkarsa var olur; beline sahip çıkarsa çoğalır; diline sahip çıkarsa sonsuza kadar yaşar.
Eline, beline, diline sahip ol ki; milletin daim, tören baki olsun.
