Hamdi Acet
Köşe Yazarı
Hamdi Acet
 

Bir Kurşunla İkiye Bölünmüş Bir Millet

Bazen bir ülkenin hafızasını tazelemek gerekir. Unutmamak için. Unutturulmamak istenenleri hatırlamak için. Ve en çok da tekrar aynı tuzaklara düşmemek için… Bugün sağcı, solcu, milliyetçi, muhafazakâr diye birbirine düşman gözüyle bakanlara seslenmek istiyorum. Bu ülkenin gençleri yıllar önce o saflarda saf tuttu. Kimisi "Bağımsız Türkiye!" diye bağırdı, kimisi "Kahrolsun komünizm!" diye. Ama bir şeyi göremediler: O kurşunlar ne sadece sağdan sıkıldı ne sadece soldan… O kurşunlar, ne yazık ki aynı silahtan çıktı. Ve hepsi bu toprakların çocuklarını hedef aldı. DOMUZLAR KÖRFEZİ'NDE BAŞLAYAN GÖLGE SAVAŞ Yıl 1961… ABD destekli Kübalı sürgünlerin, Fidel Castro rejimini yıkmak için başlattığı Domuzlar Körfezi çıkarması başarısızlıkla sonuçlandı. Ama bu başarısızlık yeni bir dönemin başlangıcıydı. Artık dünya ikiye bölünmüştü. Bir yanda Amerika ve NATO, diğer yanda Sovyetler ve Varşova Paktı. Soğuk Savaş başlamıştı ama savaş cephede değil, ülkelerin içinden yürütülüyordu. İşte o cephelerden biri de Türkiye oldu. Bu coğrafyada solcuysan "Moskova uşağı", sağcıysan "Amerikan uşağı" diye yaftalanmak sıradandı. Ama gerçek şu ki, her iki ideoloji de bu milletin çocuklarını kullanıyordu. Üniversitelerde, kahvehanelerde, fabrikalarda kavgalar çıkıyor, sokaklar ceset doluyordu. Aynı okulda okuyan iki genç, bir sabah birbirine düşman oluyordu. Oysa onların düşmanı başkaydı: Karanlık bir akıl, yabancı bir el, görünmeyen bir efendi. AYNI SİLAH, BİR GÜN SAĞCIYI, BİR GÜN SOLCUYU ÖLDÜRDÜ Silah hep aynıydı. Tetiği çeken eller farklıydı belki ama merminin sahibi ortaktı. Her kurşun bu ülkenin kalbine sıkılmıştı aslında. Ama biz anlamadık. Hâlâ da anlayamayanlar var. Bugün hâlâ "ben o dönem sağcıydım", "ben solcuydum" diyerek eski bayrakları sallayanlar var. Sanki o günlerin kazananı olmuş gibi... 12 EYLÜL 1980: DARBENİN AYAK SESLERİ Ve sonra 12 Eylül sabahı geldi. Tanklar sokaklara indi. "Artık yeter" dediler. O gün herkes sustu. Siyasi liderler cezaevine kondu, Meclis kapatıldı. Demokrasiye ara verildi. Ama asıl acıyı yine gençler yaşadı. 650 bin kişi gözaltına alındı, binlerce kişi işkenceden geçti. 171 insan cezaevlerinde hayatını kaybetti. 48 kişi idam edildi. Fişlenenlerin sayısı ise 1,5 milyonu aştı. Düşünebiliyor musunuz? Herkes bir fişin ucunda yaşadı yıllarca. Ve sessizce bir şey daha oldu: Devlet hazinesinde bulunan 170 ton altın kayboldu. Evet, 170 ton… O altın hâlâ kayıp. Ve kimse sormuyor. Çünkü sormaya cesaret eden de susturuldu. SAĞCI MIYIZ, SOLCU MUYUZ, YOKSA SADECE KANDIRILMIŞ MIYIZ? Bugün üniversite mezunu gençler işsiz. O zamanın gençleri cezaevlerinde çürüdü, şimdiki gençler hayata küsmüş. O zaman ideolojiler uğruna ölünüyordu, şimdi torpil için yaşanıyor. Birileri hâlâ “biz haklıydık” diyerek geçmişe methiyeler düzüyor ama kimse demiyor ki: “Biz aslında bu ülkenin çocuklarıydık, birbirimizi değil, geleceğimizi kaybettik.” Artık başka bir oyun sahnede. Bu kez taraflar siyasi değil, ekonomik çıkar grupları. İhale alacak olanlar yönetimin rengine göre parti değiştiriyor. Kaçacak olanlar “milliyetçi”, imaj düzeltmek isteyenler “dindar”, keyfine bakanlar “özgürlükçü” oluyor. Ama hepsi aynı gemide: Çıkarın gemisi. Bir de çakallar var, hani her dönemde her masada oturan, her devrin adamı olanlar… Onlar partilerle değil, çıkarla yön değiştirir. Bu millet onları çok iyi tanır ama nedense hâlâ bazıları peşlerinden gitmeye devam eder. KİRLİ OYUNLAR, KANLI ELLER, DÜŞMÜŞ MASKELER Alevi–Sünni diyerek, Türk–Kürt diyerek, sağcı–solcu diyerek bu milleti yıllarca birbirine kırdıranların maskesi artık düştü. Güçlü devletlerin taşeronluğunu yapan siyasiler, mason localarından çıkan planlarla bu milleti diz çöktürmeye çalıştı. Ama unuttukları bir şey var: Bu millet çöker ama diz çökmez. Çünkü bu millet, her seferinde küllerinden doğmuştur. Ve yine doğacaktır. SON SÖZ Ey genç kardeşim… Bugün hâlâ seni sağcı-solcu, muhafazakâr-laik, Alevi-Sünni diye ayırmaya çalışanlara bakma. Sen bu toprağın çocuğusun. Senin düşmanın bu ülkenin çocuğu olamaz. Oyun büyük… Ama bu kez farkındayız. Kimi savunuyorsan, bir bak arkasında kim var. Kimin için savaşıyorsan, bir bak eline hangi dosya tutuşturulmuş. Ve unutma: Bu ülke için, bu bayrak için, bu millet için mücadele et. Ama asla başkalarının savaşında, kendi kardeşine kurşun sıkma. Geçmişi unutma. Çünkü unutan, tekrar yaşar.
Ekleme Tarihi: 04 Haziran 2025 -Çarşamba

Bir Kurşunla İkiye Bölünmüş Bir Millet

Bazen bir ülkenin hafızasını tazelemek gerekir. Unutmamak için. Unutturulmamak istenenleri hatırlamak için. Ve en çok da tekrar aynı tuzaklara düşmemek için…

Bugün sağcı, solcu, milliyetçi, muhafazakâr diye birbirine düşman gözüyle bakanlara seslenmek istiyorum. Bu ülkenin gençleri yıllar önce o saflarda saf tuttu. Kimisi "Bağımsız Türkiye!" diye bağırdı, kimisi "Kahrolsun komünizm!" diye. Ama bir şeyi göremediler: O kurşunlar ne sadece sağdan sıkıldı ne sadece soldan… O kurşunlar, ne yazık ki aynı silahtan çıktı. Ve hepsi bu toprakların çocuklarını hedef aldı.

DOMUZLAR KÖRFEZİ'NDE BAŞLAYAN GÖLGE SAVAŞ

Yıl 1961… ABD destekli Kübalı sürgünlerin, Fidel Castro rejimini yıkmak için başlattığı Domuzlar Körfezi çıkarması başarısızlıkla sonuçlandı. Ama bu başarısızlık yeni bir dönemin başlangıcıydı. Artık dünya ikiye bölünmüştü. Bir yanda Amerika ve NATO, diğer yanda Sovyetler ve Varşova Paktı. Soğuk Savaş başlamıştı ama savaş cephede değil, ülkelerin içinden yürütülüyordu.

İşte o cephelerden biri de Türkiye oldu.

Bu coğrafyada solcuysan "Moskova uşağı", sağcıysan "Amerikan uşağı" diye yaftalanmak sıradandı. Ama gerçek şu ki, her iki ideoloji de bu milletin çocuklarını kullanıyordu. Üniversitelerde, kahvehanelerde, fabrikalarda kavgalar çıkıyor, sokaklar ceset doluyordu. Aynı okulda okuyan iki genç, bir sabah birbirine düşman oluyordu. Oysa onların düşmanı başkaydı: Karanlık bir akıl, yabancı bir el, görünmeyen bir efendi.

AYNI SİLAH, BİR GÜN SAĞCIYI, BİR GÜN SOLCUYU ÖLDÜRDÜ

Silah hep aynıydı. Tetiği çeken eller farklıydı belki ama merminin sahibi ortaktı. Her kurşun bu ülkenin kalbine sıkılmıştı aslında. Ama biz anlamadık. Hâlâ da anlayamayanlar var. Bugün hâlâ "ben o dönem sağcıydım", "ben solcuydum" diyerek eski bayrakları sallayanlar var. Sanki o günlerin kazananı olmuş gibi...

12 EYLÜL 1980: DARBENİN AYAK SESLERİ

Ve sonra 12 Eylül sabahı geldi. Tanklar sokaklara indi. "Artık yeter" dediler. O gün herkes sustu. Siyasi liderler cezaevine kondu, Meclis kapatıldı. Demokrasiye ara verildi. Ama asıl acıyı yine gençler yaşadı. 650 bin kişi gözaltına alındı, binlerce kişi işkenceden geçti. 171 insan cezaevlerinde hayatını kaybetti. 48 kişi idam edildi. Fişlenenlerin sayısı ise 1,5 milyonu aştı. Düşünebiliyor musunuz? Herkes bir fişin ucunda yaşadı yıllarca.

Ve sessizce bir şey daha oldu: Devlet hazinesinde bulunan 170 ton altın kayboldu.

Evet, 170 ton… O altın hâlâ kayıp. Ve kimse sormuyor. Çünkü sormaya cesaret eden de susturuldu.

SAĞCI MIYIZ, SOLCU MUYUZ, YOKSA SADECE KANDIRILMIŞ MIYIZ?

Bugün üniversite mezunu gençler işsiz. O zamanın gençleri cezaevlerinde çürüdü, şimdiki gençler hayata küsmüş. O zaman ideolojiler uğruna ölünüyordu, şimdi torpil için yaşanıyor. Birileri hâlâ “biz haklıydık” diyerek geçmişe methiyeler düzüyor ama kimse demiyor ki: “Biz aslında bu ülkenin çocuklarıydık, birbirimizi değil, geleceğimizi kaybettik.”

Artık başka bir oyun sahnede. Bu kez taraflar siyasi değil, ekonomik çıkar grupları.

İhale alacak olanlar yönetimin rengine göre parti değiştiriyor. Kaçacak olanlar “milliyetçi”, imaj düzeltmek isteyenler “dindar”, keyfine bakanlar “özgürlükçü” oluyor. Ama hepsi aynı gemide: Çıkarın gemisi.

Bir de çakallar var, hani her dönemde her masada oturan, her devrin adamı olanlar… Onlar partilerle değil, çıkarla yön değiştirir. Bu millet onları çok iyi tanır ama nedense hâlâ bazıları peşlerinden gitmeye devam eder.

KİRLİ OYUNLAR, KANLI ELLER, DÜŞMÜŞ MASKELER

Alevi–Sünni diyerek, Türk–Kürt diyerek, sağcı–solcu diyerek bu milleti yıllarca birbirine kırdıranların maskesi artık düştü. Güçlü devletlerin taşeronluğunu yapan siyasiler, mason localarından çıkan planlarla bu milleti diz çöktürmeye çalıştı. Ama unuttukları bir şey var: Bu millet çöker ama diz çökmez.

Çünkü bu millet, her seferinde küllerinden doğmuştur. Ve yine doğacaktır.

SON SÖZ

Ey genç kardeşim…

Bugün hâlâ seni sağcı-solcu, muhafazakâr-laik, Alevi-Sünni diye ayırmaya çalışanlara bakma. Sen bu toprağın çocuğusun. Senin düşmanın bu ülkenin çocuğu olamaz.

Oyun büyük… Ama bu kez farkındayız.

Kimi savunuyorsan, bir bak arkasında kim var.

Kimin için savaşıyorsan, bir bak eline hangi dosya tutuşturulmuş.

Ve unutma:

Bu ülke için, bu bayrak için, bu millet için mücadele et. Ama asla başkalarının savaşında, kendi kardeşine kurşun sıkma.

Geçmişi unutma.

Çünkü unutan, tekrar yaşar.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sonalanya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.