İlk yazıda anlattık… 60’lardan 80’lere kadar süren kanlı kutuplaşmayı, gençlerin nasıl kandırıldığını, darbeyle gelen zulmü, kaybolan serveti, susturulan vicdanları. Ama hikâye orada bitmedi. 12 Eylül bir dönemi kapattı, başka bir karanlık dönemin kapısını açtı.
Bugün biraz daha yakın tarihe uzanalım. Çünkü asıl bellek kaybı 90’larda başladı.
90'LAR: DEMOKRASİ SANDIKTA KALDI, DEVLET DERİNLEŞTİ
80 darbesinin ardından sandık kuruldu ama demokrasi kurulmadı. Çünkü seçmenin iradesiyle iktidara gelenler bile devletin derin aklı ile çatışınca ya istifa etti ya itibarsızlaştırıldı ya da bir gün sabah evinden alınarak “yargılanmak üzere” götürüldü.
Bu yıllar, faili meçhullerin kol gezdiği, köylerin yakıldığı, insanların kimliklerinden ötürü fişlendiği karanlık yıllardı. Türkiye o dönemde dışarıdan bakıldığında “çok sesli demokrasi” gibi görünüyordu ama içeride her ses bastırılıyor, her itiraz susturuluyordu. Gazeteler manşetlerini emirle atıyor, televizyonlar halka değil, patronlara çalışıyordu.
KARANLIK DOSYALAR, KİRLİ İTTİFAKLAR
O yıllarda Susurluk’tan gelen bir çarpışma haberiyle millet gerçeklerle yüzleşti. Aynı araçta bir milletvekili, bir mafya lideri, bir emniyet müdürü… Aslında her şey oradaydı: Devlet, çete, silah ve para. Ama dosya kısa sürede kapandı. Milletin hafızası bir kez daha unutturuldu. Oysa o arabada sadece üç kişi değil, bir düzen çarpışmıştı.
Bu yıllarda bir de gençlik vardı: Umutsuz, karamsar, işsiz… O gençliğin bir kısmı köyde kalıp yoksulluğa gömüldü, bir kısmı şehirde çürütüldü. Kimileri kendini dağlara vurdu, kimileri cezaevlerinde “örgüt üyeliği” diye yaftalanıp yıllarını kaybetti. Sonra “Pardon” dediler, ama hayatlarını geri vermediler.
2000'LER: KİMLER GİTTİ, KİMLER GELDİ?
2000'lerle birlikte büyük bir ekonomik kriz yaşandı. Bankalar battı, döviz fırladı, memur maaşları ödenemedi. Sonra biri geldi, “yeni bir dönem başlatıyoruz” dedi. Herkes umutlandı. “Temiz siyaset” vaadiyle çıkanlar, kısa sürede başka ittifakların oyuncusu oldu. Çünkü sistem değişse de oyunun kuralları aynı kalmıştı.
Birileri ihale düzenini sürdürmek istiyordu, birileri medya üzerindeki baskıyı devam ettirmek… Adı “özgürlük”, “demokrasi”, “yerli ve milli” olan yeni projeler aslında hep aynı merkezlerden yönetiliyordu. Çünkü kirli düzenin aktörleri değişse de yazarları hep aynıydı.
GENÇLİK YİNE KANDIRILDI
Bugün üniversite mezunu gençler yurt dışına gitmek istiyor. Eskiden gençler “vatan için ölmeye” hazırdı, şimdi “kurtulmak için kaçmaya” çalışıyor. Bu başlı başına bir trajedi değil mi? Gençler artık sağcı-solcu, Alevi-Sünni kavgasıyla değil, kredi borcuyla, işsizlikle, geleceksizlikle boğuşuyor.
Bugün hâlâ birileri parti rengine göre dost ya da düşman belirliyor. İhale alacaksa o partili, kaçacaksa bu partili oluyor. Dindar geçinip kul hakkı yiyenler, milliyetçi geçinip ülkenin hazinesini soyanlar, özgürlükçü görünüp milletin çocuklarını zehirleyenler… Her kılığa giriyorlar. Ama artık kimse inanmıyor.
Çünkü bu millet acıyı çok tattı. Kimi zaman tankların gölgesinde, kimi zaman “özgürlük” naralarının altında ama hep kandırılarak.
SONUÇ: ARTIK YETER!
Bugün hâlâ ekranlarda kavgalar izliyorsunuz. Siyasiler birbiriyle söz düellosuna giriyor, halk ise açlık sınırında yaşıyor. Gençler sustukça sesini medya yükseltiyor ama halkı değil, patronu konuşuyor. Ve birileri hâlâ aynı soruyu soruyor:
“Sağcı mısın, solcu mu?”
Ben de cevap veriyorum:
“Ben artık uyanığım. Ben artık milletimin yanındayım. Ve kimseye kurşun sıkmak için değil, bu oyunu bozmak için buradayım.”
Ey genç kardeşim…
Kime oy verdiğini değil, neyi savunduğunu sorgula.
Kiminle yürüdüğünü değil, kiminle yürümek zorunda kaldığını düşün.
Çünkü bu ülke senin. Bu topraklar senin. Bu gelecek, senin çocuklarına ait.
Unutma: Oyuncular değişti. Ama sen seyirci kalırsan oyun hep aynı sahnede kalır.
