Mahallenin bahçesinde doğan sabah güneşi toprağın yüzeyine yumuşakça vururken, karınca yuvasında yeni bir heyecan vardı. Bahçe Karıncası (Lasius niger) türünden genç bir işçi karınca, ilk kez yuvanın dışına adımını atıyordu. Ne isminin anlamını biliyordu ne de soyunun adını... Ama içindeki derin bir ses, ona ne yapması gerektiğini fısıldıyordu: Yiyecek bulmalı, yuvaya taşımalı, diğer karıncaların izlerini takip etmeli, tehlikeye karşı uyanık olmalıydı. Hayat ona, daha başlamadan sorumluluk yüklemişti.
Diğer karıncalar telaşla kendi yollarına dağılırken, o biraz daha cesurdu ya da belki de sadece meraklıydı. Bahçeden ayrılıp yan taraftaki tavuk kümesine doğru ilerledi. Tehlikenin kokusunu henüz bilmiyordu. Tavuğun biri onu fark ettiğinde, ilk kez kalbi hızlandı. Ölüm ilk defa bu kadar yakındaydı. Göz göze geldiler. O an, başka bir karınca uzaktan seslendi; yapması gerekeni söyledi: "Saklan!"
Genç karınca, korkunun ne olduğunu o an öğrendi. Canını kurtarabilmek için otların altına gizlendi. Şimdilik hayattaydı. Belki de hayat, bazen sadece bir ot gölgesi kadar ince bir çizgiydi.
Kısa bir süre sonra yeniden hareket etti. Ayakta kalmak, yuvaya katkı sağlamak zorundaydı. Çünkü onun yaşamı, sadece kendine ait değildi. Yuvanın binlerce ferdi onun taşıdığı tek bir ekmek kırıntısına bağlı olabilirdi. Hayat, küçük varlıkların büyük sorumluluklarıyla sürüyordu.
Bu kez dikkatliydi. Adımlarını daha temkinli atıyor, havadaki titreşimleri dinliyor, yaprakların sesinden tavukların nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Öğreniyordu.
Bir ağacın altında bir kırıntı buldu. İnsanların masadan yere düşürdüğü önemsiz bir ekmek parçası… Ama onun için bir servetti. Tutup kaldırmaya çalıştı ama kırıntı ondan kat kat büyüktü. Yine de pes etmedi. Çünkü karıncalar pes etmez. Vazgeçmek onların doğasında yoktur. En ağır yükleri bile sırtlanır, birlikte taşırlar. Dayanışma, onların diliydi.
O an aklına geldi: İnsanlar da bir zamanlar böyleydi. Birbirine omuz vererek, birlikte yaşayan, aynı sofrada ekmeği bölüşen… Ne oldu da unuttular? Ne oldu da küçük şeyleri hor görmeye başladılar? Bir karınca kadar bile duyarlı olamaz mıydı bazıları?
Ekmek kırıntısıyla yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Yol uzun, yük ağırdı. Ama vazgeçmedi. Çünkü hayat sadece yaşamak değil, bir iz bırakmaktı. Ve o iz, bazen sadece bir kırıntının yuvaya ulaştırılmasıydı.
Tam yuvasına birkaç santim kalmıştı ki, gökyüzü kararır gibi oldu. Dev bir gölge düştü üzerine.
Bahçeye, adı Ahmet olan küçük bir çocuk gelmişti. Babası ona yeni bir oyuncak kamyon almıştı. O da heyecanla, gülerek dışarı çıkmış, hemen bahçeye koşmuştu. Kamyonunu sürerek toprakta yollar açıyor, küçük çukurlar kazıyor, kendi hayal dünyasında eğleniyordu. Onun için o kamyon bir oyuncaktı belki, ama altında başka bir dünya vardı: Karıncaların dünyası.
Genç karınca, tekrar korkuyu hissetti. Bu sefer kaçamıyordu. Sırtında kocaman bir yük, önünde devasa bir tekerlek... Her şey bir anda bitebilirdi.
Tam o sırada bir başka karınca —önceki gün kendisine saklanmayı öğreten tecrübeli olan— yanına geldi. Kırıntının bir kenarından tuttu. Sonra bir diğeri daha… Derken beş, on, yirmi karınca… Yalnız değildi. Artık yük hafifti çünkü paylaşılıyordu. Hızlandılar. Son anda, tekerlek toprağı ezmeden önce, kırıntıyı kenara çektiler.
Canlarını, birlik kurtarmıştı.
Yuvaya vardıklarında gün batıyordu. Gökyüzü turuncuya, toprak serinliğe bürünüyordu. Genç karınca, ilk görevini başarıyla tamamlamıştı. O gün yalnızca bir parça yiyecek taşımamıştı. Korkuyla baş etmeyi, yardımlaşmayı, hayatın ne kadar hassas bir denge üzerine kurulu olduğunu öğrenmişti.
Ve o sırada uzakta, kamyonunu süren Ahmet hâlâ gülümsüyordu. Karıncalardan habersizdi. Ezdiği toprağın altında hayatların nasıl değiştiğini bilmiyordu.
Belki de en büyük sorun buydu: Farkında olmamak.
Arabalarımızla yolda ilerlerken, belki onlarca karıncayı ezdiğimizin farkında değiliz. Bacalardan çıkan dumanın bir kuşun ciğerine, bir çiçeğin yaprağına zarar verdiğini aklımıza bile getirmiyoruz. Belki de sadece bir adımımız, bir dalgınlığımız yüzünden küçücük bir dünya yok oluyor.Bu hikâye bir karıncanın olabilir… Ama aynı zamanda hepimizin.
