Tarihte çok az şair, dinî otoriteleri ve metafizik anlayışları bu denli keskin ve cesur bir dille sorgulamıştır. Ömer Hayyam, 11. yüzyılda yaşamış büyük bir bilim insanı, astronom ve şair olarak, özellikle "Rubailer" adlı şiirlerinde hayat, ölüm, kader, din ve ahiret kavramlarını irdeleyen yaklaşımlarıyla tanınır. Ona atfedilen birçok şiir zamanla halk arasında anonimleşmiş, çağdaş yorumlarla yeniden yazılmış ve farklı anlam katmanları kazanmıştır. Bu yazıda, Hayyam’a atfedilen ve Türkçede oldukça eleştirel bir dil taşıyan bir şiir üzerinden, İslam’ın temel akideleriyle olan çelişkiler değerlendirilecektir.
CENNET TASVİRİNE İRONİK BİR YAKLAŞIM
"Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun / Cennet-i alâ meyhane midir?" dizeleriyle başlayan sorgulama, İslam’daki cennet tasvirlerini dünyevi bir perspektifle ele alır. Kur’an’da cennette içilecek içkinin sarhoşluk vermeyeceği ve hoş olacağı bildirilmiştir (Vakıa, 56/19-21). Ancak şair, bu tanımı dünyevi içki kültürüyle kıyaslayarak eleştirir. Şiir, burada metaforların literal (lafzi) algılanmasına karşı çıkar ve cenneti adeta bir "ödül meyhanesi" gibi sunan geleneksel anlayışı hicveder. Bu, dini sembollerin dünyevileştirilmesine karşı yapılan bir akıl yürütme örneğidir.
KADER VE SORUMLULUK PARADOKSU
"Beni özene bezene yaratan kim? Sen / Ne yapacağımı da yazmışsın önceden..." şeklindeki ifadeler, İslam düşüncesindeki en karmaşık konulardan biri olan kader-özgür irade tartışmasını gündeme getirir. Kur’an’da Allah’ın her şeyi bildiği (Hadid, 22) ama insanın da kendi tercihlerinden sorumlu olduğu belirtilir (Kehf, 29). Şiir ise insanın özgür olmadığını varsayarak cezalandırılmasını adaletsizlik olarak tanımlar: "Demek günah işleten de sensin bana / O zaman nedir o cennet cehennem?" Bu söylem, kaderi mutlaklaştıran Cebriyye mezhebi görüşlerine yaklaşır, fakat aynı zamanda bu yaklaşımı eleştirerek ahlaki sorumluluğun temellerini sorgular.
İBADET, TİCARET Mİ?
"İbadete karşılık cenneti alacaksam / Bağış mı ticaret mi diye soracağım" dizelerinde, ibadet ve ödül ilişkisi masaya yatırılır. Kur’an’a göre ibadet Allah’a kulluk içindir (Zariyat, 56), ancak insanın fıtratı gereği mükâfat beklentisi doğaldır. Şair, bu denklemi bir "alışveriş ilişkisi" gibi görüp hicveder. Bu söylemdeki temel soru şudur: Eğer cennet bir ödülse, o zaman inanç ticarete mi dönüşmektedir? Şair burada ibadetin içtenliğini savunur, pazarlık zihniyetine karşı çıkar.
RİYAKÂR DİNDARLIĞIN ELEŞTİRİSİ
"İçin temiz olmadıktan sonra / Hacı hoca olmuşsun kaç para" ve devamındaki dizelerde, dini ritüellerin şekilci yönü eleştirilir. Kur’an’da da benzer şekilde, sadece gösteriş için yapılan ibadetler yerilir (Maun, 4-6). Şairin burada İslam’a değil, dini kullanarak kendini üstün gören kişi tipine yöneldiği açıktır. "Sen ne görünüyorsan o musun?" dizesi, ahlaki tutarlılık çağrısıdır. Dış görünüş ile iç inanç arasındaki ikiyüzlülük hedef alınmıştır.
DİNÎ BİLGİNİN TEKELLEŞMESİNE KARŞI DURUŞ
"Dünya, üç beş bilgisizin elinde / Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde" bölümü, sadece geçmiş değil, günümüz din anlayışına da sert bir eleştiridir. Bilginin tekelleşmesi, yorum hakkının sadece belli kesimlerde olması, İslam'ın evrensel mesajı ile çelişir. Şair bu dizeyle dinin özüne değil, o özü yorumlayan ve sahiplenen kişilere itiraz etmektedir.
DÜNYEVİ CENNET ARAYIŞI
"Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı / Öteki cennete ya girer, ya giremezsin" dizesinde, metafizik beklentiler yerine bu dünyada huzur arayışı yüceltilir. Hayyam geleneği içinde sıkça geçen bu yaklaşım, Epiküryen felsefenin İslam coğrafyasındaki yansıması olarak yorumlanabilir. Dindar bir pasiflik yerine, bu dünyada aktif bir yaşam ve mutluluk önerilmektedir.
SONUÇ: BİR BAŞKALDIRI METNİ Mİ, YOKSA DERİN BİR TEOLOJİK SORGULAMA MI?
Bu şiir, ilk bakışta İslam’a doğrudan saldırı gibi algılanabilecek sert bir dile sahip olsa da, dikkatle incelendiğinde aslında dinin kendisinden çok, dinî yorumların ve toplumdaki riyakar inanç pratiklerinin hedef alındığı görülür. Şairin isyanı, Tanrı’nın mutlak otoritesinden çok, insanların Tanrı adına ahlaki üstünlük taslamalarına yöneliktir.
İslam'ın özüne uygun olarak bireyin düşünmesi, sorgulaması ve samimi olması teşvik edilir (Yunus, 22-23). Bu şiirdeki sorgulamalar da bu bağlamda değerlendirildiğinde, geleneksel anlayışla çatışsa da, inancın içtenliğini savunmaktadır.
Sonuç olarak, bu şiir; şekilciliğe, korkuya dayalı itaate, sahte dindarlığa ve dogmalara karşı bir aklın isyanı olarak okunmalıdır. Ömer Hayyam’ın düşünce mirasına uygun şekilde, şiir bize şu soruyu sormaktadır: "Tanrı gerçekten bizi düşünmemizi istemiyorsa, niçin akıl verdi?"
